Türk Devleti 9 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye’nin kurtarılan bölgelerine karşı uzun zamandır planladığı işgal saldırısını başlattı. ABD’nin AKP/MHP rejiminin işgal planlarına onay verircesine askerlerini ani geri çekmesinin ardından, Rojava köyleri ve şehirlerine bombalar yağmaya başladı. Faşist Türk ordusu ve ona bağlı cihatçı çeteler hiç durmayan ağır hava saldırıları yardımıyla aynı gece sınırı geçti. İşgalci kuvvetler esas olarak Gire Spi (Tel Abyad) ve Serekaniye (Rasul Ayn) alanlarına yoğunlaştılar. Ancak işgal hareketi sadece bu iki şehir arasındaki dar şeritle sınırlı kalmadı.
Sınır hattı boyunca köyler ve kasabalar rastgele Türk topçuların ve bombaların hedefi haline geldi. Türkiye’nin stratejisi aslında baştan beri çok netti. Sınır hattında gelişen eşzamanlı saldırılar özellikle sivil halkı hedeflemelı ve korkutmalıydı. Hayat durdurulmalı ve insanlar göçe zorlanmalıydı. Gıda depoları, buğday ambarları, fırınlar, su arıtma tesisleri, pompa istasyonları, hastaneler gibi birçok gerekli alt yapı noktaları özellikle hedef alındı. Fakat faşist saldırganlar hangi özgür alana girmeye çalıştıysa da, Rojava halkı ve demokratik güçler saldırılara tek vücut olarak tarihi bir direnişle karşılık verdi. Düşman böylesi güçlü bir direnişi beklemiyordu ve halkın kendisini savunmadaki kararlılığı işgal ordusunun ilerleyişini durdurabildi.
Ankara rejimi Gire Spi ve Serekaniye’yi bir çırpıda ele geçirmeyi ve ardından Rojava’nın geri kalan bölgelerine yönelme hesabını yapıyordu. Kuzey ve Doğu Suriye halklarının kırılmayan iradelerine karşı yenilgiye uğrayıp öfkelenen Ankara, tüm vahşetiyle ve barbarca sivil nüfusa saldırmaya başladı. Yüzlerce sivil hava saldırıları ve topçu atışlarıyla katledildi. Gire Spi ve Serekaniye’de onlarca sivil beyaz fosfor bombalarınca canlı canlı yakıldı. Sayısız insan yaralandı ve sakat bırakıldı. Ancak tüm sıkıntılara rağmen, minik Serekaniye 12 gün boyunca kahramanca direndi. Sadece 30 bin nüfusa sahip küçük bir kasaba, NATO’nun ikinci en büyük ordusunu, tüm ileri düzeyde gelişmiş savaş tekniği ve gücü ile birlikte tökezlemeye getirdi ve faşist Erdoğan rejimini umutsuzluğa sevk etti. Yeterli gıda ve tıbbi yardımdan uzak ve sadece hafif silahlar ve çok az mühimmatla donatılmış birkaç yüz cesur kadın ve erkek istilaya karşı durdu. Serekaniye’yi savunanlar asla unutulmayacak bir direniş destanı yazdılar.
Kuzey-Doğu Suriye Federasyonu’na yönelik işgalcilerin faşist-barbar saldırıları arttıkça, savaş suçları da açıkça tüm dünyanın gözleri önüne serildi. Aralarında Suriyeli Kürt kadın siyasetçi Hevrin Xelef’in de bulunduğu savunmasız sivillerin infaz görüntüleri uluslararası medyaya yayıldı ve dehşet saçtı. Serekaniye’de yanan çocukların çığlıkları büyük yankı yaptı ve ‘’Barış Pınarı’’ harekâtını ilerici insanlığın önünde rezil etti. Uluslararası protestolar çoğaldı ve Avrupa’nın ulus devletleri ve emperyal güçleri kendi halklarının baskısı altında belli bir yerde saf almak zorunda kaldı. Sonuçta Rusya da adım atmak zorunda kaldı.
Rusya uzun zamandır Türkiye’yi saldırıya hazırlama politikasını sürdürüyor. Amacı Türk işgalcileriyle mücadelesini zayıflattığı Kuzey-Doğu Suriye devrimini Şam’a teslim olmaya zorlamak. Geçmişte Rusya Federasyonu Özyönetim Bölgeleri ile Baas rejimi arasında her türlü diyaloğu sabote ederken, Türk işgalinin başlaması ile ilk görüşmeler için alan açtı, çünkü kendileri için müzakere şartlarının daha iyi olmasını umuyorlardı. Esad’ın üzerinde de iç politikada Türk işgalini durdurması için baskı giderek artıyordu. Böylece işgal savaşının 5’inci gününde Suriye Merkezi Hükümeti ile Demokratik Federasyon arasında askeri bir anlaşma imzalandı.
Batı medyası en yüksek tonlarda devrimin ve özerkliğin sonunu ilan edip çaresiz gazeteciler de yaklaşabilecek Esad ordusunun korkusundan kaçmaya başlarken, Özerk Yönetim anlaşmanın ortak ulusal savunma amaçlı olduğunu deklare etti. Gelecekle ilgili başka bir siyasi diyalogdan ve her şeyden önce, Suriye topraklarının bütünlüğü sağlanmalıdır. Böyle bir diyalog toprakların istila altında olduğunda yürütülemeyeceğine göre, ilk etapta işgalin parçalanması gerekiyordu. Bu nedenle anlaşmanın, sınır muhafızları konumlanmasının tamamlanmasına rağmen, sivil halkın yaşamına ve idaresine herhangi bir etkisi olmadı. Suriyeli Arap birimlerinin hızlı transferi ise oldukça yavaş gelişti ve sadece 30 km’lik bölgenin güney kesimleriyle sınırlı kaldı.
Avrupa devletleri de bu konuda saf alarak kısmen de olsa Türk devletine sözlü kınamada bulundu. Ancak AB ülkelerinin bu duruşları Türkiye’ye karşı ortak bir silah ya da ticari ambargoya yetecek kararlılıkta değildi.
Her şeyden önce Almanya gibi büyük ihracat ülkelerinin çıkarları bu kararı almak için engel oluşturuyordu. Sözde kınama açıklamaları her ne kadar boş vaatlerle kamuoyunu yatıştırmak amaçlı yapılsa da, Trump ve Erdoğan üzerindeki baskı büyüdü. ABD iç siyasetinde bile, Trump pozisyonu nedeniyle gittikçe daha fazla izole edildi ve Cumhuriyetçiler kampından gelen ağır eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Erdoğan ve Bahçeli rejimi, uluslararası hukuka aykırı bir işgal savaşını savunma pozisyonuna düştü, açıklamada zorlandı ve çaresizce yalan-dolan ve psikolojik savaş yöntemleri aracılığıyla kendi suçlarını meşrulaştırmaya çalıştı. Bu karmaşık durumdan kurtulmak ve halkın öfkesini yatıştırmak için, Erdoğan rejimi Trump hükümeti ile birlikte yeni bir plan yaparak savaşın dokuzuncu gününde ateşkes ilan etti.
Burada ABD emperyalistleri kendilerini Kuzey-Doğu Suriye’deki devrimin koruyucusu ve azizi olarak gösterdiler. Türkiye büyük bir ‘’iyilik’’ yaparak Serekaniye ve Gire Spi arasındaki 120 kilometrelik kara şeridinden Halk Savunma Birimleri’nin geri çekileceğini açıkladı. Donald Trump kendisini Birleşmiş Milletler tarihindeki en büyük Ortadoğu stratejisti olarak ilan etti ve hatta Kürt sorununu çözdüğünü iddia etti. 17 Ekim akşamı dünya televizyonlarında sadece işgali meşrulaştırmak için kurgulanmış büyük bir tiyatro sergileniyordu. İşgal edilen alan bir statükoya dönüştü ve bölgedeki tek meşru güç olan Halk Savunma Birimleri geri çekilmeye çağrıldı. Aynı zamanda Trump ve Erdoğan, eleştirel halkın baskısı karşısında biraz nefes aldı ve medyada bu konu geçiştirilmeye başlandı. Kürt Özgürlük Hareketi’nin en büyük şemsiye örgütü Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK=Koma Civakên Kurdistan) yaptığı açıklamada, Trump ile Erdoğan arasındaki anlaşmanın ne ahlaki ne de siyasi meşruiyetinin olmadığını savundu. KCK ayrıca Rojava Devrimi ve kazanımlarına yönelik bu uluslararası komploya karşı tek seçeneğin direnmek olduğunu deklare etti.
Demokratik Federasyon’un Halk Savunma Birimleri’ne çatışmalı bölgelerden çekilmeleri için 120 saat mühlet verildi. Fakat söz konusu alanla ilgili bilgiler birbirinden çok farklıydı. Özerk Yönetim oldukça net bir şekilde kast edilen bölgenin Gire Spi ve Serekaniye arasında alanı kapsadığını duyururken. Türk Devleti temsilcileri ısrarla gerçekleri çarpıtmaya çalışarak 440 km’lik bir alandan bahsediyorlardı. Serekaniye’deki bütün cephelerde savaş değişmeyen şiddetle sürerken Erdoğan da nefret söylemleri ile Federasyonu yok etme tehditleri savuruyordu. Bu arada emperyalist güçler kapalı kapılar ardında görüşmelerini sürdürüyorlardı. Nihayetinde Rusya dümeni eline aldı ve ABD’nin tamamlamadığı hamleyi sonuca götürmeye çalıştı.
Rusya Cuymhurbaşkanı 22 Ekim tarihinde diktatör Erdoğan’ı resmi bir ziyaret için Kremlin’e davet etti. Görüşmenin gündemi önceden belirlenmişti, böylece Erdoğan iyi hazırlanabilmiş ve haritalar ile donanmıştı. Astana Görüşmeleri ve sözde İdlib Ateşkesi’nin iki garantörü toplantıdan ne beklediklerini çok iyi biliyordu. Toplantının sonunda çatışmaların tırmanmasını önleyecek sözde bir anlaşmanın ilanı yapıldı.
Rusya Federasyonu da Türklerin Kuzey-Suriye’deki fiili mevcudiyetini tanımış oldu ve fazla uzatmadan Fırat’ın batısındaki Afrin, El Bab ve Cerablus’un yanı sıra Serekaniye ve Gire Spi’yi de Türk işgal bölgesi olarak ilan etti. Batıdaki ve doğudaki bölgeler de anlaşma uyarınca Suriye Demokratik Güçleri’nin çekilmesinden sonra Rus Polisi ve Suriye Sınır Muhafızlarının kontrolü altına girecekti. Savunma kuvvetlerinin tamamen geri çekilmesini sağlamak ve kontrol etmek için, sınır bölgesi boyunca 10 km’ye kadar iç kısımlara girebilen Rusya-Türk keşif devriyelerinin koordine edilmesi düzenlenecekti.
Sivil nüfusun katliamını önlemek ve tüm bölgede etnik temizlik uygulanmasının önüne geçmek için Suriye Demokratik Güçleri Genel Komutanlığı, güçlerini Suriye-Türkiye sınırının 30 km gerisine çekmeye karar verdi. Suriyeli sınır muhafızları bölgede konuşlandırıldı. Tüm düzenli kuvvetler çekilirken yerel öz savunma birimleri ve silahlı güvenlik güçleri sivil halkı korumak üzere sınır bölgesinde kaldı. Buna rağmen işgalci Türk ordusu ve cihadist katil çeteleri bir gün bile olsa saldırılarını kesmediler. Anlaşmadan bu yana, SDG tüm koşullara uymasına rağmen, havadan ve karadan saldırılar devam etmekte. Özellikle, Dirbesiye ve Til Temir istikametindeki Serekaniye’nin güney ve kuzey cepheleri ile Demokratik Federasyon’un başkenti Ayn İsa sıkça ağır saldırılara maruz kalmaktadır. İşgalciler anlaşmanın kurallarını ayaklarıyla çiğniyor ve elde ettikleri alanı genişletmek için elinden geleni ardına koymuyorlar. İşgalcilerin anlaşmaya rağmen ilerlediği bölgelerde ya da sivillerin hedef alındığı yerlerde Suriye Demokratik Güçleri kararlılıkla ve öz savunma hakkını kullanarak karşılık veriyorlar. Bunu yaparken, daha önce Türk ordusunun saldırılarına maruz kalan Suriye Arap Ordusu tarafından zaman zaman destek aldıkları da oluyor.
Buradaki realiteyi ve her gün verilen kurbanları yakından gören birisi için Batılı politikacıların ateşkesin görkemli başarısını ve hatta Türkiye’nin barışı sağlamaktaki çabasını öven sözleri oldukça sahte gelir. Bu ateşkes baştan beri kirli bir oyun ve arkasındaki işgalci güçlerin sahte bir düzeni olmaktan başka bir şey değil. Elbette politik ve barışçıl bir çözüm için ateşkes kan dökmekten çok daha iyidir. Bu yüzden Özgürlük Hareketi gereken hassasiyeti göstererek uzlaşmaya gitti. Ancak hiç bir zaman kaderini düşmanın eline bırakmamalı. Bu yüzden karada savunma hazırlıkları ve halkı devrimci halk savaşı için seferber etme çalışmaları sürüyor. Zira şu bir gerçek ki müzakerelerin sonucunu belirleyici olan güç karadaki güçlerdir.
Sonuçta Türkiye’nin saldırı savaşı ile birlikte Kuzey Suriye’de yeni bir devrimsel dönemin başladığını söyleyebiliriz. Kürt Özgürlük Hareketi ve çeşitli kurum ve organları uzun zamandır kendisine ve özellikle Rojava Devrimi’ne karşı örülen uluslararası bir komplodan söz ediyor. Güney Kürdistan’daki işgal saldırıları, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’deki imha savaşı ve son olarak Rojava işgali aynı konseptin ürünüdür ve onları birbirinden ayrı ele almak mümkün değildir. Şu anki kara istilası devrim düşmanlarının bazen ambargolarla, bazen politik etkilerle, bazen de doğrudan askeri zor kullanarak yıllardır uygulamaya çalıştığı konseptin son aşamasını oluşturmakta. Kuzey-Doğu Suriye ve Ortadoğu devrimine karşı sürdürülen savaş 9 Ekim 2019 tarihinden itibaren başlamadı; bu savaş on yıllardır ekonomik, toplumsal, politik ve askeri alanda daima süregeldi. Bu süreç, savaşın hangi yönünün baskın olacağı ve hangi direniş metodlarının bulunacağı konusunda belirleyici olacaktır.
Elbette bugün buradan sahadaki durumu küresel anlamda kavramak zor olabilir. Önümüzde gördüğümüz kaos, hareketin uzun zamandır 3.Dünya Savaşı olarak tanımladığı ve analiz ettiği durumun somut ifadesidir. Şu an hiç bir emperyalist güç yok ki öyle ya da böyle Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi konusunda Suriye’deki vesayet savaşında rekabet girmiş olmasın.
Bugün politik-askeri duruma yalnızca emperyalistlerin çıkarları, konumları ve bölgesel iktidarlar temelinde yaklaşacak olursak, reel durumu tanımlamamızı bir hayli oluruz. Olan biteni derinden anlamak ve ‘’uluslararası komplo’’ ifadesini doğru bir şekilde kavramak istiyorsak, her şeyden önce, bağımsız bir faktör olan devrimin kendisini, egemenlerin iktidar mücadelesi kapsamında ele almalıyız. Bunu yaratan ideolojik bir bakış açısı geliştirmek önemlidir. Bu perspektifle savaşı sadece devletlerin kısa ve orta vadeli ekonomik ve politik çıkarları ile açıklamak yerine, stratejik boyutlarını da kavramak mümkün olmalıdır. Farklı kapitalist güçlerin çıkarları bazen çelişebilir ancak devrime karşı her zaman ortak bir stratejik çıkar gözetilir.
Taktik analizde, sahadaki 3 temel kuvvetten bahsedebiliriz; Emperyalist müdahaleci güçler, statükocu güçler, yani bölgesel rejimler ve üçüncü olarak Ortadoğu’nun demokratik güçleri; kadınlar, gençler, ezilen halklar, ezilen dini gruplar ve çalışan insanlar. Bugün Kuzey-Doğu Suriye’deki devrim bütün bölgenin demokratik-devrimci güçlerinin cephesini canlandırıyor. 2011 yılındaki devrimci ayaklanmalar kana boğulurken, bu devrim Halkların Baharı’nın devamını teşkil ediyor. Dolayısıyla taktik olarak analiz ettiğimizde, farklı güçlerin ve onların çıkarlarının arasında bir ayrım yapıp bunu devrimin lehine kullanabilmeliyiz. Fakat durumu stratejik olarak değerlendirirsek ortada üç değil, iki çizginin var olduğunu görebiliriz: Kapitalist Modernite ve Demokratik Modernite, Sosyalizm ve Kapitalizm, Devrim ve Karşı Devrim.
Genelde Ortadoğu Devrimi’ni, özelde Kuzey Suriye’deki Demokratik Konfederalizmi ve orta vadede Birleşik Bağımsız Federal Suriye Cumhuriyetini de bölgedeki tüm emperyalist politikaların önündeki en büyük engel olarak ifade edersek, Trump hükümetinin kaotik duruşu da daha net anlaşılır. Belki ABD’nin bazı adımları Rusya’yı veya Suriye rejimini güçlendiriyor.
Ancak burada esas olan devrimin zayıflatılmasıdır. ABD, Rusya ve Türkiye dahil hiç biri adımlarını kendi aralarında koordine etmeden atmıyorlar. Suriye’de siyasi çözüm müzakerelerinde bile aralarında devrimin politik statüsü ve ağırlığının zayıflaması konusunda geniş bir fikir birliği var. Türkiye’nin işgal saldırısını tam da Birleşmiş Milletler tarafından atanan sözde Anayasa komitesinin halkın iradesine aldırmadan Anayasa taslağını hazırladığı zamana denk gelmesi elbette bir tesadüf değil. Şimdi 8 yıldır süren kanlı savaş nedeniyle ekonomik olarak parçalanan, yağmalanan ve halkın büyük çoğunluğunun göç ettirildiği Suriye’de ülkeyi kendi çıkarlarına göre bölerek savaşı durdurmak istiyorlar. Onların fikirlerine göre, demokratik, laik ve federal bir Suriye’nin bu müzakerelerde yeri olmamalı.
Demokratik konfederalizm sistemi, yüzyıllardır böl-parçala-yönet tarzına son verecek ve halklar arasında birliği sağlayacak bir potansiyele sahiptir. Bu yüzden bu devrim ruhu imha edilmek ya da teslim alınmak isteniyor. Devrime her ne dayatıldıysa da, insanlar çizgilerine sadık kaldılar. Devrim askeri olarak güçlendi, ekonomik ve sosyal yapısı daha da ilerledi ve bağımsız bir diplomasi ve dış ilişkiler geliştirildi. Bu da onu hem bölgede hem de tüm dünya çapında önemli bir aktör haline getirdi. Emperyalist diktelere boyun eğmeyen devrime bugün Türkiye’nin desteğiyle diz çöktürmeye çalışılıyor. Türk faşizmi devrimi parçalamak isteyen taş konumunda; ancak taşı tutan eller başkalarının.
Suriye iç savaşının başlangıcından beri, ABD ve NATO her zaman Sünni Cihatçı grupları kullanmış ve onları diplomatik, mali ve askeri yönden desteklemiştir. Bugün Suriye Milli Ordusu olarak örgütlenen cihatçı grupların çoğunluğu geçmiş yıllarda Pentagon ve CIA tarafından uygulanan sayısız silah ve savaş eğitiminden geçmiş kişilerden oluşuyor. ABD’nin Türkiye’nin işgaline yeşil ışık yakması muhtemelen Suriye politikalarının 2014 öncesine dönüşeceğine dair işaretler barındırıyor. NATO ve gerici Körfez rejimleri tarafından kurulan ÖSO’nun nerdeyse tamamen tahrip olması, kontrol altına alınamayan IŞİD’in yükselişi ve İran’ın Hizbullah/Şii ekseni, ABD’yi politikasını değiştirmek zorunda bırakmış ve özgürlük hareketini askeri olarak destekleme kararı aldırmıştı. Ancak er ya da geç proje üzerinde hakimiyet kurmak ve Suriye Demokratik Güçlerini kendi çıkarları için kullanmak, araçsallaştırmak ya da en kötü ihtimal olarak oluşumu çözmek konusunda kurulan hayalleri suya düştü. Kuzey-Doğu Suriye Devrimi 3. çizgiyi izleme kararında istikrar gösterdi. ABD ve Koalisyon Güçleri’nin SDG’yi devrim aleyhine İran karşıtı bir pozisyona sürükleyip çatıştırma çabaları boşa çıkartıldı ve Suriye ile politik çözüm temelinde dış denetim olmadan diyaloglar sürdürüldü.
ABD mevcut politikasıyla bir çıkmaz sokağa girmiş bulunuyor. Paralel olarak hiç bir zaman diliminde islamcı çetelere desteğini de esirgemedi. Türkiye 2016’nın Ağustos ayında ‘Fırat Kalkanı’ harekâtıyla güçten düşen sözde muhalifleri kurtarma operasyonu için Kuzey Suriye’ye girdiğinde de ABD tarafından destek bulmuştu. Türk ordusu Cerablus’u istila ettiğinde Amerikan Özel Kuvvetleri de yardımına gelmişti. Ayrıca ABD Türkiye içindeki islamcı grupları eğitti ve onlara silah verdi. Kendisini muhalifler adına Suriye Geçici Hükümeti olarak ilan eden çetelerin politik kanadı hala NATO tarafından tanınan tek ‘’Suriye halkları temsilcisi.’’ ABD’nin İran’a yönelik orta vadeli müdahale planları gerekçesiyle Sünni cihatçıları güçlendirmeye çalışması ihtimal dahilindedir. ABD’nin Suudi Arabistan ve diğer devletlerle İran karşıtı sınır ötesi bir ordu kurma konusunda birlikte çalışıp çalışmadığı tartışılıyor.
Koalisyonun özellikle Suriye’nin güneyindeki kurtarılan alanlarda bulunan Demokratik Güçleri’nin Arap-Sünni kesimlerini kontrol altına almak ve bağımsız bir vesayet gücü olarak ittifaktan ayırmak istediği biliniyor.
Türkiye’nin İran karşısında nasıl bir tavır sergileyeceğini zaman gösterecek. ABD eski yıkıntıların üzerinden yeni bir politika inşa etmeye çalışıyor ve net bir çizgi oluşması biraz zaman alacak. Gerçek şu ki; ABD ve Türkiye’nin desteğiyle Suriye’deki cihatçı milislerin Milli Ordu’ya katılması ve Fırat’ın doğusunu hedeflemesi ile şimdiye kadar var olan güç dengeleri tekrar yerinden oynayacak. Suriye Geçici Hükümeti, milli ordusu, kendi polis teşkilatı ve her biri Türkiye’de yerleşik olan çeşitli bakanlıklar ve mesela Katar’da da bulunan elçilikler ile bir devlet yapılanması amaçlanıyor. Bu da Suriye Merkezi Hükümeti’nin sadece meşruiyetine meydan okumakla kalmıyor askeri olarak da zorlayacağı izlenimini veriyor. Bu açıdan bakıldığında, şu an sözde muhalefet ile Suriye hükümeti arasında BM himayesinde gerçekleşen görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanacağı açıktır. Anayasa Komitesi kurgulanmış bir tiyatro oyunudur. Müdahale güçleri olayların tırmanmasını istiyor ve durum onların istediği yönde gelişmezse, savaş ve istikrarsızlık politikalarını sürdürmeye devam edeceklerdir.
Aynı durum Rusya için de geçerlidir; her ne kadar Suriye’nin egemenliğini, birliğini ve bağımsızlığını savunuyor gibi görünseler de onlar da bu savaşı başlatanlar arasında ve onu kendi lehine kullanmaya çalışmaktalar. Rusya’nın Özgürlük Hareketi’ne yönelik Suriye rejimine teslim ol çağrısı kabul edilemez ve gerçekleştirilemez. Rusya burada ikili oynuyor ve hem Türkiye’yi hem de cihadistleri sürdürülebilir bir bağımlılk ilişkisinin sağlanması için durmadan Suriye hükümetine karşı bir baskı aracı olarak kullanıyor. Rusların müdahalesi Esad’a arkadaşlık şeklinde anlaşılmamalı. Rusya da kendisini daha yüksek bir ligde 3’üncü güç olarak görüyor ve dışardan olayı yönlendirmek istiyor. Tıpkı daha önce ABD’nin yaptığı gibi. Rusya küresel ölçekte düşünüyor ve bu yüzden Türkiye’nin Batı güç bloğundan parça parça kopup gitmesi büyük önem taşıyor. El Bab, İdlib, Afrin ve şimdi de Gire Spi ve Serekaniye.. Rusya tarafından satılan Suriye bölgelerinin listesi uzun. Rus devleti aynı zamanda Kuzey Suriye Devrim projesinin tasfiyesini hedefliyor. Örneğin Lavrov, Kürt sorunun önemine değiniyor ama onu sadece kültürel bir meseleye ve ana dil hakkına indirgiyor. Rusya aynı zamanda devrimci güçlerin kendileri ve Suriye rejimi ile müzakerelerinde salt Kürtler adına konuşmalarını ve Arap, Asur ve Türkmenleri bırakmalarını istiyor. Kürtler küçük yasal reformlar ile susturulmak ve halkların birliği fikrinden vazgeçirilmek isteniyor. Öz yönetimler ve Ademi merkeziyetçilik gibi temel konuların gündemleşmesi veya ülkenin doğal kaynaklarının ve zenginliklerinin eşit şekilde dağıtılması gibi sorunlara dokunulması söz konusu bile değil.
Suriye Merkezi Hükümeti ve Beşar Esad’ın mevcut savaşa karşı tutumunu kendi içinde olumlu değerlendirmek mümkündür. Kürt meselesi bir realite olarak görülüyor, Kürtler ve Araplar istilaya karşı ortak savunmaya davet ediliyor ve müzakere için olumlu sinyaller veriliyor. Ancak başlatılan diyaloğun akıbeti yine de Rusya’nın tavrına bağlı. Şimdiye kadar görüşmeleri engelleyen taraflar genelde dış güçlerdi. Özerk Yönetim 2012 yılından bu yana Suriye rejimi ile birlikte siyasi bir çözüme ulaşmak, Suriye’yi demokratikleştirmek ve savaşa son vermek için elinden geleni yaptı. Fakat Esad’ın açık, dürüst ve ciddi bir diyaloğa girmeye hazır olup olmadığı hangi pozisyonda hangi güç dengeleriyle müzakere edildiğine bağlı. Böylece Şam’dan gelen yorumların satır aralarında hep aynı işaretlere rastlamak mümkün. O da rejime bağlılık istemi. Tabi ki devrimin Türkiye tarafından zayıflatılması Esad’ın da işine yarıyor. Asıl soru Suriye hükümetinin nihayetinde ileriye bakabilecek durumda olup olmayacağı. Tüm Suriye halklarının çıkarına bir çözüm mü hedeflenecek veya Arap Şovenizmi körlüğü ile 2011’den önceki statüko konusunda ısrar mı edilecek? Suriye rejimi de artık Türkiye’nin ‘terörizme’ karşı mücadeleyi bir bahane olarak kullandığını anlaması gerekiyor. Mesele Suriye’nin uzun vadeli işgali ve bir Türk uydu devletine dönüştürülmesi.
Bununla birlikte askeri bir ittifakın oluşması olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir ve politik diyaloğun devamını sağlayabilir. Gelecek haftalar ve aylar olayların nasıl gelişeceğini gösterecek.
Sonuç olarak, Kuzey-Doğu Suriye’deki devrim bugün son derece büyük tehlikelerle karşı karşıya. Ancak her kriz ve ortaya çıkan her kaos her zaman yeni fırsatlar getirir. Açık olan şu ki; çeşitli taraflar devrimi yıkmaya çalışıyor ve kimse devrimi öyle hemen kabul etmek istemiyor. 2011’de başlayan Suriye savaşında devrim en güçlü ve en muzaffer güç olarak ortaya çıktı. Suriye Demokratik Güçleri ile bugün Ortadoğu’da eşi benzeri bulunmayan hem büyük hem de püskürtücü devrimci bir ordu yaratıldı. Yüz yıl önce emperyalistler tarafından dağıtılmasının ardından, Ortadoğu tarihinde ilk kez Kürtler Araplar, Asurlar, Türkmenler, ülkenin farklı nüfus grupları yan yana emperyalizm ve faşizme karşı savaşıyorlar. Bu bile başlı başına tarihi bir adımdır. 5 milyondan fazla insan yedi yıldır demokratik öz yönetim sisteminde yaşıyor ve bu sistemin arkasındaki fikir Ortadoğu’nun her yönüne yayılıyor. Ortadoğu’nun ve Suriye’nin diğer bölgelerinde de Demokratik Modernite paradigmasına ilgi artıyor. Devrim, bölgede bağımsız ve güçlü bir faktör haline geldi. Bu da bazı egemenlerin gözüne batıyor.
Krizlerin herhangi bir aşamasında olduğu gibi, kaosun sonucu nihayetinde bireysel güçlerin örgütlenme, inisiyatif alma ve kararlılık seviyesine göre belirlenir. Hem burada hem de dünya çapında ne kadar direnişi yükseltebilir, kendimizi zamana ve ihtiyaçlara göre ne kadar örgütleyip doğru cevaplar verebilirsek, enternasyonal hareket olarak o ölçüde de bu savaşın sonunu belirleyebiliriz.
Bugüne kadar her savunmayı bile kendi lehimize dönüştürebildik. Bu konuda Kobane örneği halen hafızalarda diridir. Kobane’de başlayan savaş Halifelik alanlarının temizlenmesi ve boşaltılması ardından Baguz’da ilan edilen zafer ile taçlandırıldı Aynı şekilde şimdiki tehditi de bir zafere dönüştüreceğiz. Her devrim yeni zaferler ve toplu imhalar arasındaki bıçak sırtında hareket eder. Önemli olan umudu kaybetmemek ve tehlikelerin getirdiği zeminde farklı ve yeni imkanlar kazanmaya çalışmaktır. Elbette, küresel direniş hareketi devrimi belirleyici bir faktör haline getirmek adına önemli bir rol üstleniyor. Belki bu küresel direniş hareketi henüz savaşı durduracak, önleyecek ya da yavaşlatacak güce sahip değildir. Fakat bugünün politikalarını açığa vuran ve yansıtan bağımsız bir faktördür. Emperyalist ülkelerin metropollerinde her gün gösterilen direniş, müzakere ve görüşmeler devrimin elini güçlendiriyor. Halkın kavgasını metropollerdeki direniş ile hareketli bir özne haline getirebilirsek, muktedirlerin son planlarını da boşa çıkarmış oluruz. Böylelikle devrim kazanmış olur. Bu anlamda direnişin devamını sağlamak ve devletlerin özel savaşına beynimizde ve yüreğimizde yer vermemek gerekiyor.
Savaş henüz bitmedi ve devrim mücadelesi devam edecek. Emperyalist güçlerin kirli politikaları ve Türk faşizmi ile olan işbirliği cezasız kalmamalı. Muhtemelen kanlı ellerini temizlemek iateyeceklerdir, fakat biz bu savaşın asıl suçlularının nerede aranması gerektiğini çok iyi biliyoruz. Sorumluları da iyi tanıyoruz.
Kuzey-Doğu Suriye Federasyonu’ndan son haftalarda sokaklara dökülen, normal hayatı durduran ve egemenlerin politikalarını teşhir etmeye devam edecek olan herkesi selamlıyoruz. Bazıları öyle istese de, kavgamız henüz bitmedi. Tam tersine yeni başladı.
Kuzey-Doğu Suriye Devrimi kazanacak, faşizm yıkılacak.